İçeriğe atla

Osmanlılarda Bilim

Vikikitap, özgür kütüphane
(Bilim Tarihi sayfasından yönlendirildi)

OSMANLILARDA BİLİM

[değiştir]

Kuruluş Döneminde Bilim

[değiştir]

Orhan Bey Dönemi

Osmanlı Devleti'nde bilim ilk olarak Orhan Bey zamanında 1330 yıllarında kurulan İznik Medresesi ile başlar. Bu medrese Selçuklu zamanındaki medreselerin ve bu bağlamdaki eğitim kurumlarının devamı niteliğindedir. Bu medresenin ilk baş müderrisi olan Davüt-ül Kayseri, eğitsel anlamda önemli çalışmaları olan bir şahsiyettir. Osmanlı tarihinin ikinci medresesi ise Basra'da kurulmuştur. Bu medreselerde fıkıh, kelam, tefsir, usul vb. dini alanlarda eğitim verilmekle beraber matematik ve mantık alanında da elle tutulur bir eğitim verilmekteydi. Bu döneme damgasını vurmuş en önemli şahsiyet hiç şüphesiz Molla Fenari'dir. Mısır'da tahsilini tamamlayıp, mantık ve pozitif bilimlerde ihtisas yapmıştır. Yine bu dönemde pozitif bilimlerde ihtisas yapmış önemli bir sima da Kadı Zade Rumi adı ile ün kazanmış bir Türk matematikçisi ve astronomu olan Musa Paşa'dır. Bilim adına yaptığı çalışmalarda çok istekli ve hevesli bir bilim insanıdır. Bu bilim insanına yardımcı olmuş biri dikkatimizi çeker. O da Kadı Zade'nin kız kardeşidir. Kız kardeşi, Kadı Zade'nin kitapları arasına mücevherlerini gizlice koyarak bu bilim insanının Horasan'a göçü ve oradaki tahsiline yardımcı olmuştur. Böylece dolaylı yoldan Kadı Zade'nin çalışmalarına katkıda bulunmuş ve tarihteki yerini almıştır. Kadı Zade'nin birçok eseri vardır. Kitab-ül usül'ünde geometri öncülleri ve üçgen niteliklerinden bahseder. Arapça yazdığı başka bir eserinde cebir, denklemler ve ölçmelerden bahseder. Son Türk tarihçilerinin ortak kanaati ile Osmanlı'nın birinci gerçek astronomu ve matematikçisi Kadı Zade'dir.

I. Murat ve Yıldırım Bayezit Dönemi

Bu dönemde ise tıp alanında bir hareketlenme görülmüştür. Yazılan ilk tıp eseri Murat Bin İshak tarafından bu dönemde yazılmıştır. Eserde bir takım ilaçların etkileri kısaca açıklanmış ve çok rastlanan hastalıkların tedavisinden bahsetmiştir. Yine bu dönemde Şair Ahmedi adında bir bilim insanı yetişmiştir. Bu zat tıp dışında astronomi, matematik ve eczacılık dallarında bilgi sahibidir.

I. Mehmet Dönemi

Bu dönemde de ansiklopedik eserlere rağbet başlamıştır. Mesela Zekeriya el-Kazvini'nin tanınmış eseri olan Acayib'ul Mahlûkat damgasını vurmuştur. Bu kitapta ilk defa arzın yuvarlak olduğu Osmanlı Türk eserlerine geçmiştir. Osmanlı eserlerinin kuruluş dönemindeki eserlerin çoğunluğunun Arapça olması bu dönemin önemli dezavantajları arasındadır. Çünkü halk Arapça metinlerden bir şey anlamadığı gibi bilimsel gelişmelerden de habersiz kalmıştır.

Fatih Sultan Mehmet Dönemi

15. yüzyıl denildiğinde akla gelen en önemli şahsiyet Fatih Sultan Mehmet oluyor. Fatih dönemi; Osmanlı'da, hem kültürel, hem bilimsel, hem de sahip olunan toprak bakımından en iyi seviyede bulunulan dönemdir. Osmanlı'da, Fatih okumayı ve yazmayı çok fazla sevmemesine rağmen tüm Osmanlı padişahları göz önüne alındığında en büyük ilim ve bilim koruyucusu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bilindiği gibi Osmanlı Devleti fethettiği yerlerin sadece maddi kısmıyla ilgilenmiyor, ayrıca kültür ve bilim yönünü de alma faaliyetlerine girişiyor. İşte bu faaliyetler 15. yüzyıl Fatih döneminde daha da fazlalaşarak bilim koruyuculuğu ve ilerlemeci yaklaşım apaçık gözler önüne seriliyor.

Osmanlı devletinde bilim alanında ilk olarak göze çarpan insan ilk önemli matematikçi ve astronom olan Musa Paşa'dır. Bursa'da doğduğu bilinen Musa Paşa Osmanlı tarihinde Kadı zade Rumi olarak geçmektedir.

Kadı zade, kaşi ve Ali Kuşçu gibi bilginler, Fatih döneminde bir şeyler yapmaya çalışmışlardır. Bu süreçte bilim adına yaşanan iki olay günümüz bilim insanlarına adeta ışık tutacak niteliktedir. İlk olay: 15. yüzyılda Fatih'in bilime verdiği önemi anlatan en önemli olay; Maveraünnehir'de yetişen alimlerin sonuncusu olan Ali Kuşçu'yu Akkoyunlu Devleti'nden Osmanlı'ya transfer etmesidir. Ali Kuşçu'nun Osmanlı'ya gelişiyle astronomi alanında büyük gelişmeler meydana gelmiştir. Ali Kuşçu'nun İstanbul'da yazdığı astronomi üzerine en önemli eseri; Astronomi Risalesi'dir. Ayrıca Ali Kuşçu bu esere Fatih Risalesi adını vererek Fatih'e ithaf etmiştir. Bununla birlikte yazar eserinin sonuna gök cisimlerinin dünyadan uzaklıkları ile ilgili bir bölüm eklemiştir. Ali Kuşçu'nun bu eserini Fatih'e sunmasının diğer bir nedeni ise eserinin tam da Otlukbeli savaşının kazanıldığı ana denk gelmesidir.

15. yüzyılın sonu ve 16. yüzyılın başına doğru Fatih Sultan Mehmet öldükten sonra devletin başına oğlu II. Bayezid geçmiştir. Bu dönemde özellikle Fatih döneminde olduğu gibi astronomi ve matematiğe değil, onun yerine tıp alanına önem verildiği görülmektedir. Bu dönemde en önemli bilim insanı olarak tıp alanında eserleri bulunan Ahi Çelebi karşımıza çıkmaktadır. Ahi Çelebi böbrek ve mesane taşları üzerine bir eser yazmış ve taşın nerelerde olduğunu, belirtilerini, taşın idrar yolunu zedelediği ya da tıkadığı zaman yapılacak tedavi yöntemlerini anlatmıştır.

Bu Osmanlı âlimi uzun ömrüyle de dikkat çekmiştir. II. Bayezid ile beraber 3 Osmanlı padişahına daha hizmet etmiştir. 15. yüzyılın başı ve ortalarında Osmanlı hizmetinde görev yapmış, hem Türk hem de dünya çapında önemli matematik araştırmaları yapmış olan Uluğ Bey'e ayrı bir parantez açacağız. Çünkü hayatı ve çalışmaları göz önüne alındığında, bilimin şu anki aşamaya gelmesinde önemli etkileri görülmektedir. Uluğ Bey 1344 yılında Semerkant'ta doğmuş ve 1449 yılında ölmüştür. Aslında o bir devletin hükümdarıdır ama ordusunu kurduktan sonra kendini tam olarak bilime adamıştır. En önemli çalışmaları ise şöyledir: Kübik denklemlerin doğru yaklaşık çözümleri için yöntemler, iki terimli teorem ile çalışma; Uluğ Bey'in sekiz ondalık kesre kadar doğru olan kesin sinüs ve kosinüs tabloları; küresel trigonometri formülleri ve özellikle önemli olan Batlamyus'unkinden beri ilk kapsamlı yıldız cetveli olan, Uluğ Bey'in Yıldızlar Cetveli… Yaptığı çalışmalar sırasında sin 1 değerini bularak bunu gözlemevindeki çalışmalarına uyguladı ve gök cisimleriyle ilgili yaptığı çalışma ile Batlamyus'un gezegen sistemindeki bir dizi hatayı da ortaya çıkarmış oldu.

XVI. yy'da Avrupa ile sıkı temaslarımız olmasına rağmen matbaacılık ve büyük duvar saatleri Osmanlı Türkiyesine girmemiştir ve 200 yıl sonra bu topraklara girebilmiştir. Şiir ve edebiyat bu devri tamamıyla doldurmuştur. Padişahlar ve şehzadeler şiir ve edebiyatla uğraşanları sürekli desteklemiş, bu tür eserler çoğu zaman daha çok ilgi görmüş ve bu yüzden dönemin batı buluşları dönemin Osmanlı Türkiyesinde yankı bulmamıştır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında dünyanın mimarlık şaheseri olan Süleymaniye Medreseleri yapılmıştır. Bu medreselerin bir bölümü matematiğe, bir bölümü tıbba ayrılmıştır. Fakat dönemin asıl hâkimi bilim faaliyetleri adına deniz coğrafyacılığı olmuştur.

Duraklama Döneminde Bilim

[değiştir]

Osmanlı'nın duraklama döneminde üstesinden gelinemeyen problemlerle uğraşılmıştır. Batı'nın üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalan Osmanlı Devleti bilimsel eserleri dışarıdan çevirilerle faydalanma yoluna gitmiş, böylece kendisine özgü ürünler ortaya koyamamıştır. Bu dönemi düşündüğümüzde matbaanın daha yeni gelmiş olması o dönem için ne kadar geri kalındığının göstergesidir. Hattat sanatına zarar geleceğinin düşünülmesi, ayrıca bazı siyasi sebeplerden dolayı matbaa geç gelmekle kalmamış üstelik bir de kabullenilmesi aşaması ile uğraşılmıştır.

Gerileme Döneminde Bilim

[değiştir]

18. YIL SONU: TIP VE MATEMATİK

Osmanlı devletinde ilk askerî ıslahat, daha doğrusu yüzyılın gereklerine fen bilgisi subay kullanmak veya yetiştirme isteği, 18.yy'ın başlarında kendini göstermiştir. Türk kaynaklarına göre 1743 yılında Üsküdar'da “Hendesehane” adıyla bir matematik okulu açılmış olduğunu biliyoruz. Bu matematik okulunun ömrü pek kısa olmuş ve kumbaracıların yeni talimlerinden isyan çıkaracakları korkusu ile bu heyet dağıtılmıştır. Hendesehane'nin ilk hocası olan Yenişehir müftüsü-zade Mehmet Sait Efendi olduğu kaynaklardan anlaşılmaktadır. Bu zatın iki şeyin arasındaki uzaklığın, ölçü kullanılmadan, yani yanlarına gidilmeden, ölçülmesi için bir alet icat etmiştir. Bu alete ise rub-i müceyyib-i zül-kavseyn adını vermiştir. Bu aletle, üçgenin bir kenarı ve iki açısı bilinirse öteki kenarları ve açıları hesaplamak mümkün olduğunu söyler. Bu aleti şeyhülislam I. Mahmut'a sunuyor.

Osmanlı Türkiyesine modern matematiğin askerlik yolu ile girmeye başladığına kimsenin şüphesi yoktur. Modern matematik ve fizik yavaş yavaş, fakat sırf askerlik sanatının çağa uyması için, memlekete girmeye başlamıştır. Siirt'te Tellu köyünde oturan Erzurumlu İbrahim Hakkı Marifetname adında bir eser yayımlamıştır. Yazar bu eserinde, aritmetik ve geometriye dair basit fakat açık bilgiler veriyor. Ayrıca bu eserde dört elemanın açıklamasını yapar. Suyu açıklar, evvelce dünyanın suyla örtülü olduğunu, bazı taşlar kırılınca içinden deniz hayvanları parçaları (fosil) çıktığından bahseder. Toprak elementine geçerek, kıtalardan söz eder, kozmografya ya dair bilgiler verir. Marifetnamede, dünyanın hareketi aleyhine söylenen düşünceleri birer birer reddederken, mesela dünyanın hareketini hissedemeyeceğimizi, çünkü dünyanın etrafındaki maddey-i leyine (yumuşak madde) içinde, hepimizi birlikte sürüklediğini söyler. Bundan sonra da mevalid–i selase dediği maden, bitki ve hayvanların birleşme ve meydana gelme suretinden bahseder. İbrahim Hakkı, anatomi faslını, İbin-i Sina’nın Kanun'undan, biraz kısaltarak hemen olduğu gibi, Türkçeye çevirmiştir. Dinine ve tarikatına pek sadık olan bu zatın, herhalde müspet ilimler karşısında, mütecessis ve huzursuz bir ruhu olduğu meydandadır.

19. YÜZYIL VE YENİLEŞME HAREKETLERİ

Gerçekten, Avrupa ilim ve sanatı, özellikle o vakit Avrupa'yı sarsan Fransız büyük ihtilaliyle çok yakından ilgilenen III. Selim önce çağdaş ilme ve tekniğe uygun olarak yetiştirilen Avrupa ordularına karşı koyabilecek bir ordu kurmak için, Tophane'yi ıslahı düşünmüş, Fransa ve İsveç'ten mühendisler getirterek fabrikalar tesis etmiştir. Fakat daima yabancı mühendislerin ilim ve tekniğine muhtaç olmanın doğru olmadığını düşünen devlet, bilgi ve teknik alanında başarılı subaylar, askerî mühendisler yetiştirmek için, o zamana göre modern bir matematikçi ve topçu okulu kurmaya karar vermişti.

Enderun ağalarından ve eski okulun yetiştirdiği istidatlı öğrencilerinden bazılarını toplayarak, “Mühendishane-i sultani” adıyla bir okul kurdurmuştur. Nihayet, yakın vakte kadar "mühendishane-i berri-i hümayun" adını taşıyan bina 1210 yılında yapılmış ve o yıl III. Selim'in bir fermanıyla okulun nizamları ve öğretimi düzenlenmiştir. Bu tarihte tersanedeki mühendishane-i bahri-i hümayun'un dersleri ve Halıcıoğlu Okulu ile birleştirilmiştir. Bu yeni okula ilk başhoca tayin olunan Kırımlı Hüseyin Rıfkı Efendi, geometriye dair eserler kaleme almış, bir de Arapça olarak irtifa risalesi yazmıştır.

II. Mahmut dönemine değinecek olursak, bu dönemde yetişmiş modern bir hekim olan Şani zade Ataullah tıp dalının dışında bize dört ciltlik bir tarih eseri bırakmış aynı zamanda ansiklopedik bir bilgindir. İki tıbbi eserinden başka, aritmetik, cebir ve hatta askerlik üzerine yazdığı kitaplar vardır. Şani zade Ataullah, eski tıpla yeni tıp arasındaki zincirin bir halkasını teşkil etmekten fazla bir şey yaparak, doğrudan yeni tıbba geçmiştir.Bu devirde, matematik ve başka müspet ilimler mühendishane denilen okulda okutulmaktaydı. Bu okulun ikici başhocası, Hoca İshak Efendi, matematik ve tabi ilimler üzerine kaleme aldığı dört ciltlik Mecmua-i ulum-i riyaziye adlı eseriyle, gerçekten hoca lakabına hak kazanmıştır. Bu ciltlerden birincisi, aritmetik, cebir, geometri; ikincisi düzlem trigonometrisi ve cebrin geometriye uygulaması, integral ve diferansiyel hesabı ve koni kesitleri; üçüncüsü hikmet-i tabiye (fizik), cerr-i eskal (mekanik), ilm-i menazır (perspektif bilgisi) ve küre-i nesimi (hava küre); dördüncüsüyse elektrik, küresel kimyadan bahseder. Bu eser yüksek matematiği, modern fiziği sokmuş olması bakımından önemlidir.

19. yüzyılın ilk yarısında ve Avrupa'nın çağdaş ilmini memleketimize sokmak için açılan Mühendishane-i Bahr-i Hümayun, Mühendishane-i Berr-i Hümayun ve Mekteb-i Tıbbi-i Adli-i Şahane ve Mekteb-i Harbiye sayesinde, matematik ve tıbbi ilimlerle tıp, gitgide daha modern bir şekilde devam etmiştir.